Tamamen bilinçli,örgütlü ve planlı olarak tezgahlanan
6-7 Eylül olayları, büyük şehirlerdeki etnik unsurlarının da son bir hamleyle
yok edilmeleri girişimiydi. Devlet, bu politikasını hem o günlerde
sürdürülmekte olan Kıbrıs görüşmelerinde bir şantaj, hem de İstanbul ve
İzmir’in kadim halklarından kurtulma için bir fırsat olarak kullandı.
Yakın tarihimizin önemli gelişmelerinden biri olan ve 1955 yılında yaşanan 6-7
Eylül Olayları; üzerinden 53 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen olay hala
güncelliğini koruyor. Bugün gündemi işgal eden Ergenekon teşkilatının
anlaşılabilmesi için yakın tarihimizin bu en önemli olayının anlaşılması
gerekmektedir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ekonomik, kültürel ve siyasal bir proje olarak
ortaya koyduğu “Türkleştirme” politikası, milli iktisat yaklaşımı doğrultusunda
bir “milli burjuva” sınıfının yaratılmasını gerekli kılmaktaydı. Yeni Türk-Ulus
devleti, kendisinden önceki siyasal birikimden ve düşünce hareketlerinden
esinlenerek Cumhuriyet döneminde de özellikle ekonomi alanında İttihat ve
Terakki birikimini değerlendirme düşüncesi içerisinde olmuştur. Devlet merkezli
modernleşme projesinin cumhuriyetin sivil ve askeri bürokrasisi tarafından
aynen devam ettirilmesi neticesinde homojen bir ulus yaratabilmenin ön koşulu
olarak; iktisadi alanda bir Osmanlı kalıntısı gibi görülen azınlıklara yönelik
olarak farklı ekonomik ve siyasi projeler devreye sokulmuştur.
Bu süreçte, “Tek dil, tek ülkü- tek kültür” söylemi, 1920’lerin ortalarından
itibaren Türkiye’deki azınlıkları Türkleştirme projesinin sloganı haline gelmiş
ve çok geçmeden bu teorik söylem pratik alanda da uygulanmaya başlamıştı Öyle
ki; 1930’dan başlayarak yaklaşık 10 yıllık süreçte, çıkarılan çeşitli
kanunlarla azınlıkların ekonomik alandaki etkinlikleri kırılarak hareket
alanları sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bu dönemde 15 bine yakın Rum nüfus
Türkiye’den, Yunanistan’a göç etmiştir.
Türkleştirme siyasetinin ikinci büyük dalgası ise, II.Dünya savaşı yıllarında
ortaya çıktı. Milli Şef döneminin ilginç uygulamalarından biri olan Varlık
Vergisi, teoride savaş yıllarında Müslüman-Gayrimüslim ayırımı yapmadan, haksız
kazanç elde eden kişilerden alınacak bir vergi olarak kararlaştırılmış, ancak
uygulama daha çok Gayrimüslimlere yönelik olmuştu. Alınan karar gereği vergi
olarak toplanan 350 milyon liranın yüzde 75’i azınlıklardan alınmıştı
Kıbrıs meselesi ve bu süreçte meydana gelen gelişmeler halkın milliyetçilik
duygularını kamçılamış Özel Harb Dairesinin Kıbrıs ta ve Anadolu da halkı
örgütlemesi bu olayların çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinden bir çok çapulcu ve teşkilat günüllüsü
İstanbul’a sevk edilmiş, birkaç gün önceden gayrı müslimlerin evleri
işaretlenmiştir. Daha sonra meydana gelecek olan Maraş, Sıvas ve Çorum olayları
ile büyük benzerlik gösteren 6-7 olayları bir kontırgerilla eylemidir. Velhasıl
bilinçli bir provakasyon olduğu anlaşılan bu olayların gelişimi şöyledir:
6 Eylül 1955’te saat 13.00’de devlet radyosu Yunanistan’ın Selanik kentinde
Atatürk’ün doğduğu eve bomba atıldığı haberini duyurdu. Bunun üzerine İstanbul
Ekspres gazetesi öğlen baskısında olayı “Atamızın Evi Bomba ile Hasara uğradı”
başlığıyla manşetten duyurdu. “Kıbrıs Türktür Cemiyeti”nin çağrısı doğrultusunda
öğleden sonra ilkönce öğrenci birlikleri toplanmaya başladı ve daha sonra çevre
illerden de gelenlerle beraber sayısı 100.000’i bulan bir kitle Beyoğlu
İstiklal Caddesinde bir araya gelerek Rumlara ait dükkanları tahrip ve daha
sonra da talan etmeye başlamışlardır. Olayları düzenleyenlerin, kimsenin
öldürülmemesi yönündeki telkinlerine rağmen, 6 Eylül akşamı başlayan ve
yaklaşık 9 saat süren olaylar boyunca ve sonrasında (aralarında iki Ortodoks
papaz da olmak üzere) 13 ile 16 arası Rum ve en az bir Ermeni vatandaşı
hayatını kaybetmiş, 32 Rum da ağır yaralanmıştır. Fiziksel zarar, 4.348 Ruma
ait işyeri, 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika ve 73 kilise ve
mezarlıklar ile 1000’in üzerinde Rumlara ait evin tahrip edilmesi ya da
yakılması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Ekonomik zarar, Türk Hükümeti’ne göre 69,5 milyon Türk Lirası, İngiliz
diplomatik kaynaklarına göre 100 milyon İngiliz Sterlini, Dünya Kiliseler
Birliği’ne göre 150 milyon Amerikan Doları, Yunan Hükümeti’ne göre ise 500
milyon Amerikan Doları olarak hesaplanmıştır. Demokrat Parti (DP) hükümeti
zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk Lirası civarında
tazminat ödemiştir.
Bu olaylar sonucunda oluşan göç dalgası ile Türkiye’de yaşayan Rum azınlığı
neredeyse yok olmuştur. 1924 yılında 280.000’i bulan İstanbul’daki Rum nüfus,
2005 yılında 1500 kişiye düşmüştür. (Kaynak: Vikipedia Özgür Ansiklopedi,
tr.wikipedia.org)
Tamamen bilinçli,örgütlü ve planlı olarak tezgahlanan 6-7 Eylül olayları, büyük
şehirlerdeki etnik unsurlarının da son bir hamleyle yok edilmeleri girişimiydi.
Devlet, bu politikasını hem o günlerde sürdürülmekte olan Kıbrıs görüşmelerinde
bir şantaj, hem de İstanbul ve İzmir’in kadim halklarından kurtulma için bir
fırsat olarak kullandı.
Olayların hemen ardından basında önce, “halkın duygusal tepkisi”, “milli
galeyan” gibi ifadeler yer alırken kısa bir süre sonra ağız değiştirilerek,
hiçbir delile dayanmadan “komünistler” günah keçisi ilan edildi. Emniyetteki
dosyada adı yer alan elli solcu aydın tutuklandı. Aceleyle hazırlanmış suçlular
listesinde çok önceden ölmüş olanlar ve askerliğini yapmakta olanlar da vardı!
Aydınlar 5 ay cezaevinde tutulduktan sonra beraat ettiler.
6-7 Eylül Olaylarının üzerinden 40 yıl geçtikten sonra, o günlerde Özel Harp
Dairesinde çalışan eski MGK Genel Sekreteri emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu
gazeteci Fatih Güllapoğlu ile yaptığı bir röportajda, “6-7 Eylül olayları Özel
Harp Dairesi işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı”
diyecekti. Emekli generalin “amacına ulaştı” ile ne kastettiği, bugün azınlık
nüfusunun durumuna bakıldığında ortaya çıkıyor. 6-7 Eylül 1955, gayrımüslim
sermayeye el konulmasıyla, Türk kimlikli sermayenin palazlanmasında bir başka
önemli basamak oldu. Olaylardan sonra Türkiye’deki Rumların sayısında önemli
bir azalma gerçekleşti. 1924’teki sayımlarda 1 milyon olarak sayılan İstanbul
nüfusunun 280 binini Rumlar oluşturuyordu. Bugünse bu sayının 1500-2000’e
indiği görülüyor.
Bugünlerde gündemdeki yerini koruyan ergenekonun anlaşılabilmesi için daha da
gerilere gitmek lazım. Osmanlı devletinin son dönemlerinde özellikle
Balkanlarda örgütlenmeye başlayan Sebataist ve masonik örgütler zamanla orduya
sızmış, orduda etkinliklerini artırmış birinci meşrutiyet ve 31 mart vakasıyla
da orduyu ele geçirmişlerdir. Bab-ı Ali baskınıyla yönetimlerini pekiştiren İ.T
(İttahat -Teraki) devletin önemli kurumlarına kendi adamlarını
yerleştirmiştir.
Cumhuriyetin ilanı ile M. Kemal ve etrafındaki kadro İ.T zihniyetini devam
ettirmiş, CHP bu zihniyetin yerleşmesi için elinden gelen her türlü çabayı sarf
etmiştir. Bu zihniyet rejime muhalif olan herkesi bir şekilde tasviye etmiştir.
Çerkez Ethem olayı, Topal Osman olayı ve Koçgiri îsyanı tamamıyla bu geleneğin
plan ve projelerinin bir devamı niteliğindedir. Önce kendilerinin ayarladığı
belli bir kesimin eliyle kaos ve bu kaosa müdahale eden kahraman Türk ordusu…Bu
tür olayları ve daha sonra meydana gelen olayları tahlil ettiğimizde görürüz
ki, bu olayların sonucunda sistem bir şekilde iktidarını perçinleştirmiş ve
muhaliflerini tavsiye etmiştir. Daha sonra meydana gelen Şeyh Sait isyanı,
Menemen Vakası vb. olaylar da sistemin birer provakasyonu olduğu anlaşılmıştır.
Sistem bu tür provakasyonlarla hem kürt sorununu bir terör ve asayiş sorunu
olarak lanse etmiş hem de kendileri için tehlikeli gördüğü devlet içindeki
zevatın tasviye edilmesine ortam hazırlamıştır. Şeyh Sait olayı ve Menemen
vakası ile Kazım Karabekir ve arkadaşları sistemin dışına itilerek tasviye
süreçleri hızlandırılmıştır.
Türkiye de meydana gelen bütün önemli olaylar devletin bilgisi dahilinde
meydana gelmiş, belli bir plan ve proje ile yürürlüğe konulmuştur.
Bu önemli olayları kısaca sıralarsak ne demek istediğimiz daha iyi
anlaşılacaktır:
Koçgıri İsyanı: kurtuluş savaşında Kürtlerin desteğini alan sistemin Kürtlerle
anlaşmalarını bozduğu ve yeni bir konsepte geçileceği mesajı vermektedir. Ortak
olarak kurulan devlet bundan sonra yalnız Türklerle yola devam edileceğinin
işaretini vermektedir.
Şeyh Sait îsyanı: Kurtuluş savaşında verilen sözlerin yerine getirilmemesi
sonucunda meydana gelen huzursuzluk, Piran da çıkarılan provakasyon bir olayla,
bu başkaldırı bir terör ve asayiş sorunu olarak lanse edilmiştir
Dersim Katliamı: Şeyh Sait ayaklanmasıyla suni Kürtler baskı altına alınmış,
sunilerden daha örgütlü görünen alevi Kürtler bu katliamla tamamen baskı altına
alınmıştır.
6-7 Eylül olayları: Türkiye deki Rum azınlığın mallarına el konularak sisteme
yakın olan insanlar zengin hale getirilmiştir. Şu an zengin olan bir çok aile
servetini bu olaylara borçludur. İstanbul da ki Rumlar İstanbul’dan göç
ettirilerek İstanbul özerindeki Rum iddiaları bertaraf edilmiştir.
Maraş, Çorum ve Sıvas olayları: Bu olaylarla alevi Kürtler bu bölgelerden
sürülerek nüfus demografik olarak Türklerin lehine değiştirilmiş malları milliyetçi
faşist kişiler tarafından talan edilmiştir. Olayın bizzat devlet tarafından
tezgahlandığı sonradan ortaya çıkmıştır. O dönem de Maraş vali vekili
Abdülkadir Aksu dur.
Pkk: bu örgütün kuruluşu şaibeli olduğu gibi ortaya koyduğu icraatler de
şaibelidir. Bu örgütün eliyle birçok kürt yurtseveri katledilmiş, bir çok
demokratik kuruluş tasviye edilmiştir.
1990-1993 olayları: bölgede meydana gelen binlerce faili meçhul cinayet ve
örgütler arası savaş da devletin belki de son ve en büyük operasyonudur. Fidan
Göngür olayı ve İzzetin yıldırım’ın öldürülmesi ile İslami kürt mücadelesi
sekteye uğramıştır.
Daha adını sayamadığımız onlarca olay ve faili meçhul olaylar irdelendiğinde
her zaman bu olayların içinde derin devlet ve onların uzantılarına rastlıyoruz.
Ergenekon dosyasısın birkaç emekli askerle sınırlı tutulması ve kürt
coğrafyasındaki binlerce faili meçhul cinayetin es geçilmesi, köy boşaltmaları
v.b olayların soruşturulmaması da, bu soruşturmadan bir şey çıkmayacağını
göstermektedir.
Son olarak Genelkurmay Başkanının bilgisi dahilinde darbeci generallerin
ziyaret edilmesi de davaya gölge düşürmüştür. Aslında özel Harp ve onun işlevi
sorgulanmadan ergenkondan bir şey anlamak da mümkün değildir. Çünkü Ergenekon
olmadan önce de devlet 6-7 eylül olayları v.b olaylarla e örtülü operasyonlar
yapmıştır. İster adını Ergenekon koyun isterse özel harp dairesi deyin, derin
devlet devletin kendisi ve gerçekliğidir. Kökleri de çok derinlere İttihat
Teraki ye kadar uzanmakta dır. Veli küçük ve arkadaşları sadece birer
kurbandır. İktidarı ve gücü ellerinde bulunduranların eski dava arkadaşlarına
bir ihanetidir.
FİKRİ AMEDİ
- 06/09/2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder