Katliam tarihine uzanıp o günün siyasi gelişmelerine
ve Orta doğu üzerindeki hakimiyet mücadelesine göz atarsak, Halepçe Katliamı
daha iyi anlaşılacaktır. Halepçe Katliamı sekiz yıldan fazla süren İran-Irak
Savaşının hemen bitiminde gerçekleştirilmiştir. Bu durum, savaşın karakteri ve
sonuçlarıyla birebir ilişkilidir. Bu açıdan savaşın neden patlak verdiğini
doğru çözümlememiz önemlidir.
1979'da Ortadoğu'da önemli gelişmeler yaşandı. İran'da
Şahlık yıkılırken, İslam Devrimi zafer kazandı. Bu devrim, I. ve II. Dünya
Savaşları sonucunda emperyalizmin çıkarları doğrultusunda oluşturulmuş Ortadoğu
coğrafyasında açılmış büyük bir gedik anlamına geliyordu. Güçler dengesi İran
İslam Cumhuriyeti ile bozulmuştu. Üstelik gerçekleşen devrim, temellerini
tevhidi anlayıştan alan bir İslam Devrimi'ydi. Zafer kazanan her devrim gibi
İran Devrimi de, yeni zafer kazanmanın güven, heyecan ve coşkusu ile merkezden
çevreye doğru bir yayılma eğilimi gösteriyordu. Şüphesiz, nüfusunun ezici
çoğunluğu Müslüman olan, aynı zamanda çok ağır ulusal, sosyal ve dini sorunlar
yaşayan Ortadoğu gibi bir bölgede din esasına dayalı bir devrimin zaferi, diğer
toplumları da derinden etkileyecek bir gelişmeydi. ABD bölgedeki en yakın
müttefiklerinden birini yitirmiş, elçiliği büyük çaplı bir krize yol açacak
düzeyde işgal edilmişti. Ortadoğu'nun diğer devletleri de, kendi gelecekleri
için bir tehdit olarak gördüklerinden bir an evvel bu devrimin önünün kesilip
etkisizleştirilmesini siyasi çıkarları için gerekli görüyorlardı. İran-Irak
Savaşı aslında bu arayışın bir ürünü olarak çıkmıştır.
O açıdan İran-Irak Savaşı'nı kışkırtan, Saddam
yönetimini her türlü savaş tekniği ve kitle imha silahlarıyla teçhiz edip
donatan, geleneksel Ortadoğu politikasıyla sürekli halkları birbirine kırdırtan
emperyalizm, birçok katliamın olduğu gibi, Halepçe Katliamı'nın da başta gelen
sorumlularındandır. Olayı salt Irak'ın faşistliği ve Saddam'ın gaddarlığıyla
izah edersek, eksik değerlendirmiş oluruz. Ancak bütün bunlar, Saddam
yönetiminin Halepçe Katliamının asli suçlusu olduğu gerçeğini hiçbir biçimde
değiştirmez
Saddam, İran'da devrimin yarattığı boşluktan
yararlanıp İran'la arasında anlaşmazlık oluşturan sorunlara tek yanlı çözüm
getirmek istemiştir. Ortadoğu'da komşularıyla sınır anlaşmazlığı olmayan devlet
yok gibidir. Sınırlar, zamanında emperyalistlerce ve kendi çıkarları temelinde
belirlendiği için, bilinçli olarak bu tür çelişki ve çatışmalara yol açacak
şekilde çizilmiştir. Buna en çarpıcı örneklerden birini oluşturan Şat-ül Arap
da İran ve Irak arasında sürekli bir anlaşmazlık konusu olagelmiştir. 1975'te
imzalanan Cezayir Antlaşması'yla, Molla Mustafa Barzani hareketinin tasfiyesine
karşılık Şat-ül Arap bir taviz olarak İran'a verilmiştir. Şahlığın desteği
kesmesiyle gerçekleşen '1975 kürd ulusal hareketinin yenilgisi, bu antlaşmanın
bir sonucudur. Bu durum oldukça ilginçtir. Ortadoğu'da devletler arasında bir
antlaşma olduğunda satılan ve tasfiye edilen Kürtler, herhangi bir savaş
durumunda her türlü insani ve hukuki ölçü hiçe sayılarak vurulan ve soykırıma
uğratılan halk konumundadır. Saddam, emperyalist devletlerin desteğini arkasına
alarak Cezayir Antlaşması'nı iptal edip savaşın başlatıcısı olmuştur. Kolay bir
zafer kazanacağını ya da en azından henüz yeterince kurumlaşmadığını sandığı
İslamCumhuriyeti yönetimden hesapladığı tavizleri koparacağını umuyordu.
1988 yılına geldiğinde Baas rejimi savaştan umduğunu
bulamamış, üstelik topraklarının önemli bîr kısmını da İran’a kaptırmıştı. Bu
savaşı fırsat bilen Kürtlerde İran güçleri ile işbirliği yaparak bu zalim ve
despot rejimi devirme hesapları yapıyordu.
Baasçı Iraq devletinin, Mart 1988 başında tekrar
başlattığı "şehirler savaşı"nda, başkent Tehran başta olmak üzere
Qum, İsfahan, Hemedan, Baxteran, Şiraz gibi pek çok sivil yerleşim bölgelerine
yönelik füze ve hava saldırıları sürerken, İslâmî İran güçleri, "Şafak -
10" adıyla yeni bir hareket başlatıyordu. İran İslam askerleriyle
işbirliği içindeki Kürt peşmergeler, İran ile ortak hareket ediyordu. Baasçı
Iraq ile İran İslâm Cumhuriyeti arasındaki bu savaşta Kürdistanlılar hiç bir
zaman Iraq rejimini desteklememiş, desteklemek bir yana, savaşın başından beri
İran askerleriyle beraber Iraq rejimine karşı mücâdele vermiştir. Nitekim İran
askerlerinin Kürtler ile yardımlaşarak ele geçirdiği Hurmal, Dûceyle, Tûveyle
ve Bêyare şehirlerinden sonra, 15 Mart 1988 günü de Halepçe kenti, bu Kürt
savaşçılar tarafından ele geçiriliyordu. Iraq ordusu, buralarda fazla muqawemet
gösteremeden teslim bayrağını çekti.
Iraq hava üssünden havalanan bir "Mig - 21" filosu
Halepçe, Dûceyde, İnab, Hurmal ve Sirva kasabalarını kimyasal bir bombardımana
tabi tutuyordu. Mig – 21’lerin art arda bıraktığı hardal gazı, sinir gazı ve
siyanit gazı bombaları çok geçmeden etkisini gösteriyor ve binlerce masumun
şehâdetine yol açıyordu.
Bu saldırılar sonucunda binlerce
çocuk, kadın yaşlı ihtiyar şehid düşmüş, atılan sarin gazı vb. diğer gazların
etkisiyle hayvanlar ölmeye, bitkiler ise kurumaya başlamıştır.
Bu savaşın özerinden yirmi yıl geçmesine rağmen
Halepçe ve çevresinde çocuklar sakat doğmakta, bir çok kişi de bu gazların
etkisiyle ölmekte yada sakat kalmaktadır.
O gün Halepçe de hazır bulunan ve katliama tanık olan
Sabah Gazetesî muhabiri Ramazan Öztürk şöyle anlatıyordu: Halepçe, İnab,
Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor. Biz 21
Mart günü oraya vardık. Dört gün geçmişti aradan ve aynı vâhşet gözleniyordu.
Bütün sokaklar, caddeler insan hayvan ve ölüleriyle doluydu. Gördüğümüz bütün
insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile çok yaşlılardı. En katı
insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliâm demek, faciâ demek hafif
geliyor. Vâhşet. Vâhşet de hafif geliyor. Dûceyde ve İnab’da gördüklerimizin de
Halepçe’den hiçbir farkı yok. Her yer darmadağın, taş üzerinde taş kalmamış.
İnab köyü de öyle. Bir tepenin eteğinde kurulu İnab’da yaşayan yüzlerce insan,
Iraq uçaklarının bombalarından kaçmak için çocukların alıp yollara düşmüşken
gafil avlanmışlar. Dere kenarlarında, köyün çıkışındaki yolda, ağaç diplerinde,
yerde yatan yüzlerce ceset. Hayvanlar da kaçamamış, çoğu olduğu yerde ölmüş.
Köyün hemen yanındaki tepenin ardında ise, insan cesetlerinden oluşmuş bir
başka tepecik. Tüylerimiz ürperiyor. Fotoğrafları çekerken ağlıyordum. Allâh
bir daha bana böyle bir sahne göstermesin."
Güneş gazetesinden Faruk Ölçücü ise vâhşeti şöyle dile
getiriyordu:
"Etrafta hardal gazının yakarak öldürdüğü kadın
ve çocuk cesetlerinin resimlerini çekerken, kusmamak için kendimi güç
tutuyordum. Halepçe’nin bütün sokakları, Iraq uçaklarının attığı kimyasal
bombaların etkisiyle katledilmiş Kürt kadın ve çocukların cesetleriyle doluydu.
Atılan sinir ve siyanit gazlarının etkisiyle iç solunum sistemleri tahrib olan
bu zavallı insanlar boğularak ölmüşlerdi. Dış görünümlerinde hiçbir şey olmayan
bu insanlar, sokaklarda uyur gibi yatıyorlardı. Koca kasabada, hayvan dahil hiç
kimse kalmamıştı. Atılan kimyasal bombalar, düştüğü yerlerden uzak noktalara,
rüzgârın etkisiyle gaz bulutu şeklinde evlerin içindeki odalarda saklanmış
insanların da boğularak ölmesine neden olmuştu. Keşke ben de ölseydim."
Dünya bu vahşet ve katliam karşısında kılını
kıpırdatmadı ve bu olayı sessizce geçiştirdi. Başta ABD olmak üzere
Batı ülkeleri ve zamanın Sovyetler Birliği kendi aralarındaki güç satrancında
Kürtlerin oynadığı rolle bağlantılı elbet bu sesizlik. Kürtler, bu sahnede hep
ilk vazgeçilecek, üstlerinde ilk tepinilecek olarak var oldular.
Başta Fransa olmak üzere Batılı ülkeler tarafından,
Saddam Hüseyin'in yaptıklarınaysa göz yumuluyordu. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques
Chirac , 2003`te eski diktatörle ilişkisinden dolayı sorgulandığında, `O
dönemde bütün dünyanınSaddam Hüseyin ile mükemmel ilişkileri vardı` demişti.
Saddam Hüseyin , Saddam Hüseyin partisinin iki
numaralı ismi olduğu 1975`te, dönemin başbakanı olan Jacques
Chirac ile çok yakın ilişkiler içindeydi.
Hatta Chirac`ın, sözcüsüne `Saddam, Orta
Doğu `nun De Gaulle`ü
olacak` dediği bile anlatıldı. BuFransız -Irak yakınlaşması,
nükleer güç olan Fransa `nın Irak `a bir
nükleer araştırma reaktörü vermesiyle doruk noktasına erişti.
Reaktör, 1981`de İsrail uçaklarınca vurulup yıkıldı. Irak `tan
petrol alan Fransa, Irak `a
başlıca silah temin eden ülkeler arasında da sivrildi. Fransa , Irak `a
Mirage F1 `ler, radarlar, zırhlılar
veriyordu.
Ancak Fransa Irak`ta
yalnız değildi. İtalya , Almanya gibi
ülkeler de Irak`ı silahla besleyen
ülkeler arasında yerini almıştı ve bu da sonraki yıllarda Irak`ın
gizlice kimyasal silahlar üretmesine olanak sağlayacaktı. Bu ilişkiler, Saddam
Hüseyin `in İran `a
savaş başlatmasında (1980) ve savaş boyunca da sürdü. Saddam
Hüseyin, İran İslam devrimine
karşı siper görevi görüyordu. Fransa Iraklılara Super -Etendard
tipi 5 uçak bile ödünç verdi.
Saddam Hüseyin`in ABD ile
ilişkileriyse biraz daha karmaşıktı, çünkü Washington `Saddam’a
çok güvenmiyordu. 1983`te dönemin ABD Başkanı Ronald
Reagan , Bağdat`a bir elçi -Donald
Rumsfeld- gönderdi. İran tehdidi
karşısında ABD , Saddam’ı tercih
etmişti. Amerikalılar, Bağdat ile diplomatik ilişki
kurdu ve ekonomik yardım, askeri kullanımlı teçhizat ve uydu fotoğrafları
verdi.Orta Doğu uzmanı Amerikalı gazeteci
Jonathan Randal , `Saddam `ın
kara kitabı` adlı eserinde, bundan sonra ABD`nin, Irak`ın
varlığının devamını esas olarak gördüğünü ve bu siyasetinin rejimin kitlesel
katliamlarına, kimyasal gaz kullanmasına göz yumma pahasına sürdürdüğünü yazdı.
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonunun onursal
başkanı Patrick Baudouin `e göre, `Saddam
Hüseyin`in alelacele idamı, ABD ve Avrupalılar kirli
çamaşırların can sıkıcı biçimde ortaya dökülmesiyle sonuçlanabilecek küresel
bir dava ihtimalini` de ortadan kaldırmış oluyor....
Saddam `ın zehrinden kaçıp Türkiye`ye
sığınan on binlerce Kürd`ün bu topraklarda yaşadığı ıstırap da bu coğrafyadaki
ağırlığını Kürtleri tanımamak üstüne inşa
etmiş devletimizin politikası sonucuydu. O dönemde henüz Kürt kimliğini kabul
etmemiş olan Türkiye , sınırı geçip kendisine
sığınanlara Kürt demekten kaçınıyor, onları `Ülkemize sığınan Iraklılar` diye
adlandırıyordu. Onları mülteci kabul etmediği için korkunç koşullar altında
kamplarda tutuyor, kışın soğuk ve açlıkla, yazın susuzluk ve salgın
hastalıklarla kırılmalarına göz yumuyordu. Çevre halkının yardımları
engelleniyor, yurtdışından gelen yardımlar onlara ulaştırılmıyordu. Iraklı casusların
kamplara sokulduğu, sığınmacıların ekmeklerine zehir katıldığı iddiaları basına
yansımasa da devletin bu iddiaları reddeden açıklamalarıyla ürperiyorduk.
Binlerce Kürt, sığındıkları bu topraklarda kırıldı
17 Nisan 1988 tarihli Hürriyet gazetesinin birinci
sayfadan manşeti, "Katliama Alet Olduk" başlığını taşıyordu. Çetin
Yetkin ve Şevket Okant imzalı haberde, Halepçe’de kullanılan kimyasal
maddelerin Türkiye üzerinden Iraq’a yollandığı kanıtlanıyordu. Gemiler dolusu
kimyasal madde Mersin’e Avrupa ülkelerinden getiriliyor ve limana
indiriliyordu. Bazen fıçılar, bazen de torbalar içinde getirilen bu maddeler,
bir başka torbenın içine konuluyor, üzerine de bir Türk firmasına ait etiket
yapıştırıldıktan sonra TIR’lara yüklenerek Iraq’’a gönderiliyordu. Hürriyet’in
haberinde, bu maddelerin hangi Avrupa ülkelerinden nasıl geldiği de açıklığa
kavuşturuluyordu. Buna göre, Iraq’ın kimyasal yapımında kullandığı maddeler,
başta İsviçre, Belçika ve Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde üretiliyor,
deniz yoluyla Türkiye’ye, Mersin Limanı’na indiriliyordu. Ondan sonra Türk
firmaları tarafından etiketlenerek Iraq’a gönderirliyordu. Böylelikle de
"döviz" kazanılmış oluyordu.
İşin içinde de yahudî parmağı vardı. Hürriyet’in haberine
göre, Iraq’a bu tür kimyasal maddeleri satan şirketlerden "Tredecorp
Sa"’nın imza yetkisine sahip ortaklarından Jack Levi, yahudî olduğu gibi,
yine imza yetkisine sahip olan Tony Ezra Ventura da, Cenevre’de oturan
Türkiyeli bir yahudî idi.
Iraq’a bu şekilde kimyasal maddeler satan Türk
şirketlerinden biri ONAK, diğeri de PENTA idi. Merkezi İstanbul’un Gayrettepe
semtinde bulunan ONAK, sözkonusu satış işlemini "Turo - 87585" sayılı
ve 25 Kasım 1987 günkü "İhrâcatı Teşvik Belgesi" kapsamında yapıyordu.
Yani açıkça resmî bir onay hatta teşvik sözkonusu idi. Merkezi İstanbul’un
Elmadağ semtinde bulunan PENTA firmasının ortağı Faruk Erkoç, satışla ilgili
olarak sorulan soruya verdiği cevapta, "siz bana Iraq’tan gelseniz, bugün
isteseniz, ben bu malları size satarım, bayılırım satışa" diyordu.
Halepçe katliamı çağdaş dünya, ve insanlık için bir
yüz karasıdır. ABD ve AB çıkarları için bu katliama göz yummuş bu katliamda
kulanılan gazları menfaatleri karşılığında Saddam’a vermişlerdir. Bu katliama
karşı sessiz kalan İslam alemi, İslami kurum ve kuruluşlar ise mezhebi ve ırki
sebeplerden dolayı Saddama destek bile olmuşlardır. Dün baş tacı etikleri
Saddam, son kulanma tarihi geçince katil ve zorba olarak lanse edilmiştir.
Bu katliam Kürtler için ne ilk tir nede son dur.
Değişik zaman ve mekanlarda Kürtler bundan daha fazlasını kurban olarak
vermişler ve vermeye devam etmektedir. Kürtler için en iyi tesseli ise
Saddam’ın hak etiği cezayı almasıdır. Darısı diğerlerinin başına….
Fikrî AMEDÎ /17. Mart.
2008
Kaynaklar
Yıldırım Türker 2003-03-17 Radikal
Hürriyet Gazetesi, 17 Nisan 1988
İbrahim sêdîyani halepçe katliamı adlı makalesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder